1205'te, ordusunun eksiklerini tamamlamak için Hindistan'a bir sefer düzenledi. Dönüşünde de Alâeddin'e haber göndererek, Karahıtaylar üzerine yürüyeceğini bildirdi. Fakat, bir Hintli veya Batınî tarafından hançerlenerek öldürüldü (1206). Onun ölümünden sonra Gurlular yıkıldı. Harezmşah Alâeddin, bu durum karşısında, Nişapur'a emîrler göndererek, Horasan ordusunu Herat'ı almak için görevlendirdi. Kısa zamanda Herat alındı, valiliğine Hüseyin getirildi. Ordusunun başında Belh'e yürüyen Alâeddin, kuvvetli bie kuşatmadan sonra burayı teslim aldı (1207). Alâeddin'in bu tarihten sonra karşısında bulunan siyasî ve askerî güç, Karahıtaylardı. Harezmşahların her yıl vergi vermek zorunda oldukları bu devleti ortadan kaldırmak, Alâeddin'in en büyük hedefi idi. Bunu gerçekleştirmek isteyen Alâeddin, büyük bir orduyla Mâverâünnehir seferine çıktı. Karahıtayları yenerek, Buhara'yı aldı (1208). Bu tarihten sonra Karahıtaylar bir daha toparlanamadılar. Küçlük kumandasındaki Naymanların, Cengiz'in önünden kaçarak Karahıtay topraklarına girişi, bu devletin yıkılışını kolaylaştırdı. Ayrıca, Semerkand, Alâeddin tarafından zaptedildi (1212). Mâverâünnehir, kesin olarak, Harezmşahların hakimiyeti altına girdi. Gazne'yi alan Alâeddin, bu bölgenin yönetimini, büyük oğlu Celâleddin'e verdi (1215). İran'a sefer yaptı (1217). Fars ve Âzerbaycan atabeylerini itaat altına aldıysa da, Hemedan'dan Esedâbâd yolu ile Bağdat'a gönderdiği ordu, ağır kış yüzünden, ağır bir kayba uğrayarak dağıldı (1218). Bu sırada Cengiz'in zaferlerini duyan Alâeddin, bilgi edinmek için Moğol hakanına bir elçi gönderdi. Cengiz'in gönderdiği elçilik heyetini kabul etti. Cengiz, elçisi aracılığıyla Alâeddin'e, dostluk e ticaret ilişkilerinin sıkılaştırılması dileğini bildirdi. Fakat, bir süre sonra Cengiz'in bir kervanı, Otrar'da, Alâeddin'in Muhammed'in valisi İnalcuk tarafından yağmalanarak, kervanda bulunanlar öldürüldü. Kervandan kaçıp kurtulabilen bir kişi, durumu Cengiz'e bildirdi. Bunun üzerine Cengiz, Harezmşah'a bir heyet göndererek, Gayır Han diye bilinen İnalcuk'un teslimini ve malların tazminini istedi. Alâeddin Muhammed, bu isteği şiddetle reddederek, Cengiz ile savaşa karar verdi. Alâeddin'in bu kararı, Harezmşah İmparatorluğunun birden ortadan kaldırılması, Doğu İslâm dünyasında yüz binlerce Müslümanın ölümü, birçok şehir ve eserin yakılıp yıkılmasıyla sonuçlandı. Cengiz, Harezmşahlara karşı 200 000 kişilik bir ordu hazırladı. Alâddin Muhammed, kurduğu harp meclisinde, Moğol ordusunun Seyhun nehri kıyısında karşılanması görüşünü kabul etmeyerek, Mâverâünnehir'de savaş yapılmasını kararlaştırdı. Kuvvetlerini, büyük şehir ve kalelere dağıttı. Bu kuvvetlerin başına ayrı ayrı kumandanlar getirdi, kendisi de Horasan'a geçti. Cengiz, ordusunu küçük birliklere ayırıp, Mâverâünnehir'in sağlam kalelerini birer birer ele geçirdi, savunan ve kendini koruyan şehirleri yakıp yıktı. Kısa bir süre içinde Buhara ve Semerkand, Otrar, Sıgnak, Barçlığ, Kend, Cend, Benâkend ve Hocend gibi şehirler, Cengiz'in eline geçti. Mâverâünehir'in en güçlü savunma merkezi olan Semerkand, Türk kumandanının büyük kahramanlık göstermesine rağmen teslim oldu. Cengiz, ordusuna, küçük vilâyetlerin alınmasını emretti. Belh'te bulunan Alâeddin, Irak'a, oğlu Rükneddin'in yanına gitmek bahanesiyle Tus'a kaçtı. Moğollar, her yanda hızla ilerliyorlardı. Nişapur ve Bistâm yoluyla Rey'e gelen Alâeddin, oğlunu da yanına alarak, Devletâbâd yakınlarında Moğolları durdurmak istedi. Yenilerek Abiskun'da bir adaya sığındı. Biraz sonra, burada hastalanarak öldü (1220). Yerine oğlu Celaleddin geçti. Harezm'e dönen Celaleddin, veliahdlığını tanımak istemeyen bazı Türk kumandanlarının, kendisini öldürteceklerini, Moğolların da yaklaştığını öğrenince Horasan'a kaçtı. Bir süre sonra iki kardeşi Uzlug Şah ve Ak Şah Horasan'a geldiler. Harezm'de toplanmış olan 90 000 kişi, Humar Tigin adlı bir emîrin idaresi altında, Harezmşahların merkezi Gürgenç'i (Harezm-Ürgenç) dört ay savunduktan sonra Moğollara teslim olmak zorunda kaldılar (1221). Celaleddin Harezmşah, imparatorluğun ortasından koparabildiği ve kurtarabildiği insanlarla, Harezmşah devletini, vefatına kadar sürdürdü. Moğolların doğuda ve batıda yayılmasını bir süre geciktirdi. 2 - Devlet İdaresi-Bilim ve Sanat Devlet İdaresi Harezmşah devletinin ilk çekirdeğini Büyük Selçuklu Devletine bağlı Harezm'i yöneten bir Türk ailesi kurdu. Hükümdar ve sülalesi ile devlet hazinesinden yararlananların dışında bütün halk vergi öderdi. Sınırları korumak, asayişi sağlamak, devletin göreviydi. Bu görev, ücretli askerler, belirli bir toprağın vergisini almakla yetkili sipahiler tarafından yapılırdı. İdare, maliye, adliye işleriyle uğraşan kurumlarda çalışan görevliler, bir çeşit bürokratik aristokrasi meydana getirirlerdi. Büyük küçük, hemen hemen bütün memuriyetler babadan oğula geçerdi. İdarî müesseseler, Büyük Selçuklu Devletinin aynıydı. Alâeddin zamanında, mahallî bağımsız beyliklere ve hanedanlıklara son verilerek, merkezî yönetim sistemi uygulandı. Bağımsız eyaletten, önce tâbi bir devlet, sonra bir imparatorluk durumuna gelince, saray teşkilatı, teşrifat kuralları, lâkaplar, unvanlar, daha gösterişli bir nitelik kazandı. Alâeddin, İskender-i Sânî ve Sancar lakaplarını kullandı, tuğrasına zıllullah-i fi'l-arz (Allah'ın yeryüzündeki gölgesi) yazdırdı. Şehzadelere genellikle Alâeddin lakabı verilirdi. Hükümdarların lakapları ise, önceleri Harezmşah, melik iken, sonraları şahenşah, sultan, sultanıâzam olarak değiştirildi. Hükümdarların hepsinin tuğra ve tevkîleri ayrı ayrıydı. Hükümdarlık sembolü, bayrak ve çetreydi. Sultan elbiseleri siyahtı. Sarayda sultanın özel bir mızıka takımı vardı. Selçuklu saraylarındaki hâcib, çomakdâr, çavuş gibi sınıflar, Harezm sarayına da girmişti. Hükümdarın, dîvan görüşmelerini kafes arkasından izlemesi, Ramazandaki huzur dersleri gibi Osmanlı saray gelenekleri, Harezm'de de vardı. Saltanat hususunda Harezmşahlarda yerleşmiş bir kural yoktu. Bu yüzden şehzadeler arasında sık sık taht kavgaları olurdu. Veliahdlar genellikle Horasan'a tayin olunur, güvenilir bir Türk kumandanı, atabey unvanıyla yanlarına verilirdi. Merkezî idarenin başında bulunan vezir, hükümdarın vekili olarak devlet işlerini yürürtürdü. Bütün tımarlardan, hattâ sultanın hassından, öşür alan vezirlerin maiyetinde çeşitli dîvanlar (dîvan-ı tuğra, dîvan-ı inşâ, dîvan-ı arz, dîvan-ı istîfâ, dîvan-ı işrâf vb.) vardı. Bu dîvanlar, çeşitli idare şubeler niteliğindeydi. Maliye işleri, dîvan-ı istîfâ tarafından yürütülürdü. Vergi düzeni Selçukluların aynıydı. ayrıca, zaptolunan yerlerde mahallî gelenekler korunur, antlaşma ile genel gelirin üçte biri tutarında vergi alınır, olağanüstü durumlarda salma ve müsadere yoluna gidilirdi. Ordu ve askerî işlere, dîvan-ı has bakardı. Orduda görevli herkesin belirli değerde bir ikta'ı vardı. İkta sahiplerinin kurduğu büyük süvari gücü, imparatorluğun her tarafına yayılmıştı. Bunun yanı sıra, doğrudan doğruya sultana bağlı hâssa ordusu başkente yakın bir yerde, emre hazır beklerdi. Orduda ayrıca, ücretli asker ve köleler de savaşçı olarak görev alırdı. Adlî teşkilâtta, şer'î kazâ ile örfî kaza birbirinden ayrılmıştı. Saraylıların işlediği suçlar, kendi âmirlerince cezalandırılırdı. Memlekette en çok Hanefî ve kısmen Şâfiî fıkhı uygulanırdı. Toplum hayatında reâya sınıfından başka, büyük şehir ve kasabalarda ticaret yapan varlıklı bir tüccar sınıfı yaşıyordu. Toprak sahibi köylüler arasında, topraksız gündelikçiler, yarıcılar bulunurdu. Bunların dışında, büyük toprak ve sermaye sahibi dihkân sınıfı ve göçebe kabîleler vardı. Bilim ve Sanat Harezmşahlar devrinde başkent Cürcân, bir bilim ve sanat merkeziydi. Şehirde on büyük vakıf kütüphane vardı. Hükümdar ve şehzadeler, iyi eğitim görmüş kişilerdi, âlim ve sanatçıları korurlardı. Ebü'l-Fazl Kirmânî, Ebu Mansur, Hüseyin Ersbendî, Ebu Muhammed Harekî gibi kadı, vâiz ve filozoflar, başkent Cürcân'da toplanmışlardı. Ayrıca, Fahr-i Harezm lakabını taşıyan Zemahşerî (1074-1144), Fahrüddîn-i Râzî, Şihâbeddin Hivâkî, Şemsüddin Muhammed el-Zabî gibi bir çok tanınmış âlim ve şair, Harezm'de yaşadılar. Harezmşahlarda bilim ve din dili olarak, Arapça ön sırada yer alırdı. Dîvanlar, fermanlar Farsça yazılırdı. Yalnız, Ahmed Yesevî ve onun yolundan gidenler, eserlerini Türkçe yazdılar. Muhammed bin Keys adındaki yazarın Celaleddin Harezmşah'a sunduğu Tibyân-ı Lügati't-Türkî alâ Lisanü'l-Kanglı (Kanglı Dilinde Türk Dili Lügati) bu dönemde yazılan önemli eserlerden biridir
Harzemşahlar
--- M A S T E R ---- Admin
Mesaj Sayısı : 1439
Yaş : 30
Nerden : izmir/konak
Lakap : *** SARIdınho ***
Ruh Hali :
Tuttuğu Takım :
Madalyalar :
Kullanıcının Hediyeleri :
Kayıt tarihi : 06/11/08
Rep Sistemi
Aktiflik:
(9180/10000)
Başarı Puanı:
(8987/10000)
Güçlülük:
(8950/10000)
- Post n°1